BültenMakale

Kurumsal Yönetim ve 4 İlke

Dr. Güler Manisalı Darman

Şirketlerin doğru yönetilmesi, piyasa ekonomisinde, sürdürülebilir bir büyümeyi sağlayabilmek için en önemli şartlardan birisidir. Geçmiş
yıllarda, ağırlıklı olarak halka açık, çok ortaklı şirketler açısından önemli olduğu belirtilen kurumsal yönetimin, günümüzde, halka açık olsun
veya olmasın, kar amacı gütsün veya gütmesin bütün kurum ve
kuruluşlar açısından önemli olduğu tartışmasız kabul edilen bir gerçek
olmuştur.

Kitap tanıtımına bakacak olursak;

“Kurumsal yönetim, şirket
üst yönetiminin ve
yönetim kurulunun
hissedar haklarını
güvence altına alması,
rekabetin güçlendirilmesi
ve küresel piyasalarda
sermayeye erişimde
doğru stratejilerin
uygulanmasıdır, şeklinde
tarif edilir.”

Bu tanımı kendi içinde, irdeleyecek olursak, aile şirketlerinde de kimi aile
üyeleri şirkette çalışmakta kimileri sadece hissedar olarak kalmaktadır. Ayrıca her hissedar da yönetim kurulunda yer almamaktadır. Bazı aile üyeleri de şirkette çalışmakla birlikte ne hissedardırlar ne de yönetim kurulunda yer almaktadır.

Kurumsal yönetim, halen daha kurumsallaşma ile karıştırılmaktadır. Kurumsallaşma, en basit ifadesi ile şirketlerin günlük operasyonlarıyla ilgilidir. Bir işletmenin muhasebesi, finansı, üretimi, pazarlaması, insan kaynakları, IT alt yapısı v.b. gibi süreçlerini içerir. Kurumsal bir şirketten
bahsediyorsak, bu süreçlerin etkin ve verimli yürütüldüğünü anlıyoruz. Kurumsallaşmış şirketlerde çoğu zaman çalışan kişiler de niteliklidir.
İlaveten kurumsal alt yapısı sağlam şirketlere baktığımızda çalışanlarının da nitelikli olduğunu görürüz.

Kurumsal Yönetim İlkeleri
Kurumsal yönetimi doğru anlamak için,öncelikle bu dört temel ilkenin özünü doğru anlamak gereklidir.

Şeffaflık; sermaye piyasaları şeffaflığı ticari sır niteliğindeki ve henüz kamuya açıklanmamış bilgiler hariç olmak üzere, şirket ile ilgili finansal ve finansal olmayan bilgilerin, zamanında, doğru, eksiksiz, anlaşılabilir, yorumlanabilir, düşük maliyetle kolay erişilebilir bir şekilde kamuya duyurulması yaklaşımı olarak tanımlar. Bu ilke, faaliyet öncesini, faaliyetlerin devam ettiği süreci ve faaliyetler sonrasını kapsamaktadır.
Bu ilkeyi halka açık şirketlerde ticari sır niteliğinde olmayan bilgilerin kamuya açıklanması şeklinde ele alıyorsak; halka açık olmayan aile şirketlerinde de, aynı şekilde şirket içinde olan ve olmayan (ve mirasyolu ile oluşan) bütün hissedara şeffaf olunması gerektiği şeklin değerlendirebiliriz. Ancak şeffaflık çoğu zaman söylendiği kadar kolay uygulanamamaktadır. Şirkette icrada ve/veya yönetimde yer alan aile üyeleri çoğu zaman, üzerlerinde kanuni bir zorunluluk olmayınca şirket ile finansal veya finansal olmayan bilgileri diğer hissedarlar ile paylaşmaya yanaşmamakta veya gerek duymamaktadırlar.

Hesap Verebilirlik; yönetim kurulu üyelerinin esas itibarıyla anonim şirket tüzel kişiliğine ve dolayısıyla pay sahiplerine karsı olan hesap verme zorunluluğunu ifade etmektedir. Şeffaflık ilkesinin aksine, hesap
verebilirlik ilkesi sadece faaliyet sonrasını kapsamaktadır. Aile şirketlerinde de her hissedar yönetim kurulunda yer alacak diye bir zorunluluk yoktur. Türk Ticaret Kanununa göre yönetim kurulunu genel kurul seçer. Özellikle orta ölçekli aile işletmelerinde kurucu ve/veya kurucular döneminde yönetim kurulu, genel kurul gibi kavramlar daha ziyade kağıt üzerinde kalan bürokratik uygulamalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak kardeşler ve kuzenler ortaklığı döneminde, ikinci ve üçüncü nesillerde durum değişmekte hisseler bölündüğü için, şirketler çok ortaklı yapıya geçmektedirler. Her hissedar yönetim kurulunda yer almadığı veya alamayacağı için genel kurul işlevsel bir gözetim ve onay organı haline gelmektedir. Bu durumda, yönetim kurulunda yer alan aile
üyelerinin, sadece hissedar kalan diğer aile üyelerine karşı, aynen halka açık şirketler gibi, hesap verme zorunluluğu doğmaktadır

Share:

Leave a reply